9 Temmuz 2009 Perşembe

Düğüm

Herşey nasıl düğüm oldu bilmiyorum. Hiç birşey yokken, herşey aynı devam ederken..
Kablolar gibi. Alır bir köşeye atarsın, lazım olduğunda onlar birbirine öyle bir bağlanmış olur ki açamazsın.

Yazın sonuna doğru askere gideceğim. Bu aile içinde öğrenilince sülaledeki tüm erkekler askerlik anılarıyla akın akın gelmeye başladı. Annemin sevgisi tavan yaptı. Öss ye girdiğim yıldaki gibiyim. tavsiyeler, inşallahlar, sorular… Sıkıştım.
Bir de arkamda bırakacaklarım var.
Evim, arabam, kedim, kıyafet dolabım, işim, dizilerim, bilmem kaç gb müzik arşivim, gelecek planlarım, bitiremediğim bir sürü kitap, arkadaşlarım, akrabalarım, aşık olduklarım, küstüklerim ; Hayatım.

Hepsini bir kenara bırakıp gitmeden, daha şimdiden düğüm oldular. Daha hiç bir şey yokken, herşey aynı devam ederken.

Döndüğümde uzun uzun kablolarla oynayacağım. Şimdilik onları uyumaya bırakıyorum.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Beton Etkisi

Altmışlı yaşlarındaki astronot amca, geçen hafta "Hayatta hep çalışmamaya çalış." dedi bana. Kızılderili arkadaşıyla karşımda su bardağından Dimitrakopulos şarabı içerken.
Üstünde Chicago Bulls formasıyla bir konserde göbek atan kafası dumanlı arkadaşım da iki şarkı arasında, "Önemli olan anılar biriktirebilmek. Zaten ölmek için yaşıyoruz. Cebimizde birşeyler olsun giderken." demişti…
Ben nedenlere kafa yorarken, onlar belki sonuçları söyledi bana. Tabi ki ne dediklerini önemsemiyorum. Çünkü Hira dağında kulağıma fısıldamadılar.

Teyzemlerin Kozyatağı’ndaki eski evinin parkında, babamın arabasını çıkartmasını beklerken, beş on santim yanıma çatıdan koca bir beton parçası düşmüştü.
O gün öldüğümü varsayarım hep. Kalan her gün ekstradan benim için.
Beton kafamı patlatıp sektiği yerde yuvarlanırken, annemin hayatının kalanında delirdiğini, babamın aldığı ilaçlarla bile geceleri uyuyamadığını, kuzenlerimin aklından ezilmiş kafamla yerde yattığım kanlı fotorafın hiç silemediğini, teyzemin yıllarca beni hemen arabaya bindirmeyen babamı suçladığını… düşünürüm.

Boncuk diye tekir bir kedim vardı Kuzguncuk’taki evimiz bahçesinde. Damağı mühürlü müymüş neymiş. “Peygamberin kedisinin soyundan bu kedi.” demişti annemin metafiziğe duyarlı bir arkadaşı. Öleceği zaman gelince gider, ölüsünü de bize göstermezmiş. Öyle de yapmıştı. Bir zaman kayboldu gitti.

Neden yaşadığımı bilmediğim zamanlarda bununla motive oluyorum. Bir kaç santimle elime tutuşturulan ikinci şansımı, kaybolup gidebilmek için saklıyorum. Parçalara ayırmadan, kabuk bağlamayacak yaralar açmadan. Kimseden izin almadan…

11 Şubat 2009 Çarşamba

Hayat Süper !

Lisede, veli toplantısı dönüşü annemin karşıma geçip sessizce yüzüme baktığı zamanları hatırlıyorum. Sanki ilk defa görüyormuş gibi tek kaşını kaldırıp uzun uzun inceler, sonra gider bir çay koyar, balkondan boş boş dışarıyı seyrederdi. Toplantıda konuşulanları sonradan duyunca meğer “Hakikaten hem salak hem anarşik mi doğurmuşum ? ”diye dertlendiğini öğrenmiştim.
Sınıf öğretmenimiz ingilizceci, bütün velilerin içinde anneme; “Oğlunuz sınıfı örgütleyerek dersi sabote ediyor. Birçok meslektaşım da kendisinin elebaşı olduğu konusunda hem fikir. Kendisinin liseyi bitirmesi zor gözüküyor ama en azından arkadaşlarının tahsil hayatlarıyla oynamasın.Ülkenin en saygın anadolu lisesiyiz buna izin vermeyiz.” özetli konuşma yapmış, sonra bütün veliler üç saat boyunca anneme dik dik bakmışlar.
İsmimi pirinç tanesine yazdırıp,renkli bir sıvıya attırdıktan sonra onu kolye diye boynumda taşıdığım, slipten boxer’a geçiş yaptığım, sivilcelerimi kuzenime patlattırdığım, saç kesimimi Tarkan’ın kliplerinin belirlediği, öperken dil kullanmaya çalışan kız arkadaşımın olduğu yaşlarda aynı zamanda örgüt lideriydim!?
işin kötüsü annem de benden şüpheleniyordu.
“İçinde protein olan yiyecekler nelerdir?” sorusuna “Probis !” cevabı verdiğim için sinir krizine giren biyolojici tarafından disipline yollanmışken, okulda junior ülkücü-solcu kavgası çıkıp camlar penceler ve bazı kafalar patlayınca, disiplindeki yoğunluktan önce ileri bir tarihe ertelendim sonra zaman aşımından yırttım.
Derste sıranına altında, hocaya çaktırmadan kola tenekesini ortadan tırtıklıca ikiye ayırıp, birbirlerinin boğazını kesmek için ilkel silahlar üreten arkadaşlar yerine, benim ergen esprilerimle kafayı bozmuş sevgili öğretmenlerim, haftalar boyu kan gövdeyi götürünce beni unutuverdiler. Pek çok çocuk okuldan atıldı, kantinde sivil polisler dolaşmaya başladı, bazı veliler çocuklarının kayıtlarını sildirdi...
Sonra kavgalar bitti, okul sakinleşti, sivilcelerim azaldı, ufaklık boxer’a alıştı, kız arkadaşım sinemaya tek başıma gittiğim için benden ayrıldı ama annemin kafasından sınıfın ortasında yaşadıkları hiç çıkmadı
Önce kim başlattı , kimin suçu ? tartışılır ama hiç birşeyin cezasını tek başıma çekemediğimi anladım. O çok koydu.
Bu kadar anlamsız yaşayan kalabalığın arasına karışıp,kaç yıldır uyum sağlayabiliyorsam da bu yüzden.
O dik dik bakan gözlerin sahiplerinin çocukları şimdi bir takım holdinglerde, bir takım grupların hesabına çalışıp, dünyayı daha yaşanır hale getiriyorlar. Bazısı yavaş yavaş evleniyor. Müdürleri ikramiye verirse, birazda krediyle, şehir merkezine uzak sıfır dairelere girip, buralarda gece mesaisiyle çocuklar yapıp, ülkenin en saygın liselerinde onları okutmak için emekliliğe kadar eşek gibi çalışacaklar. Güzel bir ekosistem...
Ben de belki, bunların iş dönüşü izledikleri akşam haberlerinde, hayal meyal hatırladıkları, sorgulanmak üzere merkeze çağrılmış salak lise arkadaşları olurum. Çaktırmadan masa altlarında bıçaklarını bileyenleri değil, beni aldıkları için, heralde sorguda kahrımdan kanser olurum. Belediyenin çürük tabutunda üç beş kişi taşır, sonra bir yere çukur kazıp atarlar, giderim. Çok umrumda mı olur ?
Benim değil belki, ama onun…
Uyum sağlamak lazım, uyum.