14 Haziran 2008 Cumartesi

Koşuyolu'nda Bir Sayko...

Ne varsa eskiler de var !
Bizim Koşuyolu’ndaki eski evin tam karşı apartmanında, Yaşlı öğretmen emeklisi bir kadınla, kemik hastalığı olan kızı beraber yaşarlardı. Bunlar ilk katta oturdukları için, bahçedeki otu, çiçeği sulayıp aynı zamanda mahallenin kedilerine de yine bu bahçenin bir köşesinde yemek verirlerdi.
Bu kadınla aynı apartmanda oturan başka bir ihtiyar amca da kedilerin bahçede dolaşmasından rahatsız oluyormuş, kadının arada bir kapısına dayanıp, “Şunları alıştırma buraya” diye söylenip, gidiyormuş. Kadın, amcanın dediklerini sallamamış, hayvanları beslemeye devam etmiş. Hatta arada veterinere götürüp kısırlaştırdıkları, aşılarını yaptırdıkları bile olmuş.
Neyse efendim bu söz dinlemez kadına azının payını vermek amcaya farz olmuş. Bir sabah camiye giderken, kedilerden teyzenin en sevdiği şişman tekiri apartmanın dışında takılırken tesadüf görünce, kapıyı aralayıp hayvan içeri girsin diye beklemiş. Şişko tekir kapı aralığından kafayı uzatıp, “Kahvaltı mı var nedir ?” diye bakarken, amca demir kapıyı tekirin kafaya çarpıvermiş. Gözleri yuvalarından patlayıp çıkana kadar, amca kapıyı açıp kapayıp hayvanın yüzüne çarpmaya devam etmiş. Şişko tekir garip sesler çıkarıp, ayaklarını çırparak can çekişirken, sabah kapıyı kullanacak apartman sakinlerine mesaj dolu bir süpriz bırakan Norman Bates özentisi amca basmış gitmiş.
Yaşlı kadın hakkettiği cezayı bulmuş. Yüreğine inmiş, tansiyonu, şekeri düşmüş vs…
Çok vahşi, pek cani…
Şimdi bana diyebilirsiniz ki; “Sanki bu amca dünyada tek. Hadi onu geçtim, sanki bu amca gibiler dünyada azınlıkta…”
Evet haklısınız. Hatta itiraf ediyorum mesela bugün benim de Gülben Ergen’i tv’de milli takıma yaptığı şarkının klibini kötü bir tesadüf eseri görünce, ağzına şöyle demir bir sopayla vurup bütün dişlerini dökesim geldi.
Ama benim sorunum bu. Fikir adamıyım. Amca gibi harekete geçemiyorum.
Peki caniyle, sıradan bir insanı, kötüyle iyiyi ayıran çizgi de bu incelikte mi ? Öldürme iç güdüsü, mağra adamı atalarımızdan bize kalan ve çoğumuzun sadece şimdilik bastırdığı genetik bir miras mı ?
Mesela bir gün, amca benim salak kedim Moka’nın kafasını apartman kapısıyla patlatırken görsem, o amcayı çıplak ellerimle boğmaktan keyif alır mıyım ? Çünkü şu an bunu düşlerken acayip keyif alıyorum. Peki 301’in çok tartışıldığı bu ülkede acaba böyle düşünüp keyiflenmek suç mu ?
İnsan ırkının, alnındaki damarların patlama noktasını çok merak ediyorum. Mesela milyonlarca kişiyi gaz odalarına göndermek için ne kadar kızmış olmak gerekiyor? Ya da bahçedeki birkaç kedi bir insanı ne kadar kızdırabilir ? Dünya’nın iki farklı yerinde, farklı zamanlarda yaşamış bu iki insan arasındaki tek fark, emir bekleyen düzenli bir ordu mudur? Biz bu denli nükleer alın damarı patlamalarının kaç adım uzağındayız ?
Bu ve bir çok soru kafanızda döner dururken, kendi pisliğinin başına üşüşmüş birkaç sineğin tanrısı olma yoluna hayatını adıyan insan oğlunun, gizemlerle dolu dünyasını National Geografic Digiturk Kanal 81’te izlemeyi deneyin. Hem belgesel kültürünüz de genişler.
Ya da geçin aynanın karşısına, şöyle bir düşünün. Mesela araba kullanırken, önünüzdeki arabaları gördüğü halde arkadan götünüze kadar girip sellektör yapan şöförün kim saçından tutup kafasını hızla duvara vurmak, yanında iki kız görünce artistlik yapıp ona buna laf sokmaya çalışan hıyarı, öğretmenim ben havalarına girip, düzeni bozuyomuşum diye beni sınıftan attırmak için güvenliği çağıran Marimar kılıklı üniversite hazırlık hocasını, Sabri’yi… Kimler şöyle karşısına alıp “Haaar yu ken” nidalarıyla yüzünü gözünü dağıtmak istemez ???
Yoksa sadece ben miyim?
Hımmm… Piskoloğun telefonu neredeydi benim ?

10 Haziran 2008 Salı

Romantizmin Dorukları...

Tecrübe önemli bir şeydir. Kitap dükkanlarının kişisel gelişim reyonlarındaki türlü eser(!) lere bakıldığında pek çok tecrübeli yazarın, insanlara tavsiye, uyarı ya da terbiye niteliğindeki kitaplarının sokak ağızıyla “Boş beleş işler” olduğununa kendi tecrübelerim doğrultusunda kanaat getirmiş bulunmaktayım. Özellikle insan ilişkileri,aşk, romantizim, mutluluk üzerine kurulu bu kitaplardan terbiye edinenlerin, eskiden sırt çantası yerine el çantasıyla okula gelen, beslenme çantasında mutlaka sınıfı kusturacak kadar kokulu bir haşlanmış yumurtası bulunan, ders çıkışı ya da mahalle maçı sonrası bol bol dayak yemiş, kızlarla ilişkileri seksek oynamanın ötesine geçememiş, sümüklü, ağlak, uyuz kişiler olduğunu düşünüyorum.

Büyüyünce de   Tuna Kiremitçi, Haşmet Babaoğlu, Ahmet Altan gibi adamlar olup, aşk odaklı yazılarıyla karı kız tavlayıp, hayattan bir nevi intikam alıyorlar. Bu adamlar yüzünden bahsettikleri konulardan soğuyup, ilişkilerimizde romantizmin doruk noktasını, rakıyı çaktıktan sonra, masadaki kankaların gazıyla aşık olduğumuz kıza ya da eski sevgiliye yazım hatası dolu mesajlar atarak yaşıyoruz.

Buralarda romantizim kanlı olur!

Ne yapalım yani? Biz, eskilerin kızı pastahaneye görütüp, profetorol yerken görme fetişi sona erdiğinden beri nereye gitsek, nasıl yapsak ikilemi içerisinde kıvranıp, yıllarımızı kız afra ve tafrasına heba eden bir kuşağın üyeleriyiz. Bizler, alışveriş merkezlerinde her mağzaya girip askıdaki her elbiseye bakarken onların arkasında mal gibi dikilen, eğlencenin asla içtikten sonra bitemediği gecelerde, onları dünyanın öbür ucundaki evlerine bırakıp, kendi evine güneş doğarken varabilen,onun sevdiği müzikleri ve filmleri seviyormuş gibi yapan, saçına sakalına hep onların istediği gibi şekil veren, En keyifli anlarda mutlaka yapacak başka işleri olduğu için sap gibi bırakılırken hala ümitle arkasından saf saf bakan, İstanbul’un çeşitli noktalarında armut gibi onu bekleyen, huysuzlanma,üşenme,canı sıkılma nedir bilmeyen, anlaşılmaz konularda anlaşılmaz uzunlukta sorgulara maruz kalanlarız. Tüketim ihtiyaçlarının büyük kısmını, kızlara daha güzel gözükmek için saç şekillendiriciler, yine onların rahatça gezip dolaşmaları için otomobil-petrol, stres kontrolü için sigara ve alkollü içecek, uzun sahil yürüyüşleri için havalı spor ayakkabısı ve düşük çenelerin tetiklediği kronik baş ağrıları için çeşitli ağrı kesicilerin oluşturduğu kayıp türk gençleriyiz..

Artık yeter!... demenin asla fayda sağlamamasının, arkasından sövsek bile yüzüne bakınca eriyip gitmemizin sebebi, kanın her seferinde doğru yere hücum edememesinden kaynaklanıyor olabilir. Ata erkil bir toplumuz, ipler erkeklerin elinde diyenlere gülüyor, öldükten sonra bile arkalarından, neden  erkenden öldükleri için bir ton laf söylenecek bizim gibilere romantizim dolu günler diliyorum

Her aptal gibi hep mutlu olamayız. Tadını çıkartın...